Hikayeler
 
BABAMIN ELLERİ
NESİBE ŞAHİN

Paletimi çıkardım. Üzerine boyalarımı sıkmaya başladım. Azıcık kırmızı, biraz sarı, mavi, yeşil, siyah ve çokça beyaz. Önlüğümü de giydim mi artık işe başlayabilirim. Bunca hazırlığı neden mi yapıyorum? Ben küçük bir ressamım da ondan…
Bakmayın öyle boyumun kısalığına, ellerimin küçüklüğüne falan. Ben daha okula başlamadan evvel küçük kâğıtlara resim yapıyordum. Şimdi de okuldan kalan vaktimi bu şekilde değerlendiriyorum. Suluboyayla kâğıtların üzerine, yağlıboyalarımla da tuvallere resim yapıyorum. Son zamanlarda küçük odun parçalarına da resim yapmayı denemeye başladım. Kuru ağaç gövdelerinden yassı şekilde ince ince odun kestiriyor babam.
Unutmadan, babamdan da bahsedeyim size. Benim babam bir okulda çocuklara Türkçe dersi veriyor. Çok çalışkan birisidir. Gündüzleri okula gider, akşamları kitap okur, hafta sonları da köyümüze gidip dedemin bahçesinde çalışır… Neler yapmaz ki… Çapa yapar, sebze-meyve yetiştirir, ağaçları budar, yabani otları temizler… Sonra da mahsullerini büyük poşetlere doldurup eve getirir.
Bu, elimde boyadığım odun parçalarını da babam getirdi köyden. Onları bana gösterirken öyle mutluydu ki. “Bak bunlar merhem ağacı. İşte şunlar da çam ağacının. Amcanla beraber kuruyan ağaç gövdelerinden kestik, zımparaladık.” diye heyecanlı heyecanlı anlatıyordu. O böyle konuşurken, gözlerim ellerine takıldı. Elleri çizik çizik olmuş, kimisi hafiften kanamıştı… Sevincim hüznüme karıştı…
Neyse, ben resmime döneyim yine. İşte bakın şuraya mor dağlar yapmaya başladım. Şurada ağaçlar, burada da güzel bir göl, kıyısında da bir kulübe. Nasıl güzel olmadı mı? Hay Allah! Fırçamın ucundaki yeşilden biraz elime bulaşmış. Hemen silmeliyim elimi.
Benim ellerim babamın ellerine benzer. Parmaklarım kısa ve incedir. Başparmağım arkaya doğru hafifçe kıvrılır. Tıpkı babamınki gibi. Babamın elleri bazen tebeşir tutar, bazen bir çocuğun başını okşar, bazen çapa yapar, bazen de benim için çizilir kanar...
Düşünüyorum da hepimizin babası böyle değil midir zaten… Bizim mutluluğumuz için çırpınır dururlar. Her birinin elleri başka işlerde maharetlidir. Her biri evlatları için başka zahmetlere katlanır…
Babasını seven her çocuk gibi, ben de babamı mutlu etmek için gayret eder dururum. Derslerim iyi olunca çok sevinir babam. İşlerinde ona yardım ettiğim zaman memnun olur. Bir de resimlerimi yapıp bitirdiğimde mutluluğuna diyecek yoktur. Onun gülen yüzünü görünce dünyalar benim olur…

İşte resmim de bitti. Gökyüzünün maviliği küçük göle yansımış, güneşin sarı ışıkları saçılmış etrafa. Şu kulübe bizim evimiz olsun. Yanı başındaki bu büyük ağaç da benim babam. Evimizi koruyup yollayan büyük dallar da babamın elleri…
 

HALININ TOZUNU SİLKELEMEK
M.SAİD TÜRKOĞLU

Dün tatildi. Hava soğuk olduğu için dışarı çıkamadık. Kardeşlerimle ben odamızda oyun oynuyorduk. Annemin mutfakta işi vardı. Babaannem odasına çekilmişti. Babam dışarıdaydı.
Üç kardeş, oyun oynarken ölçüyü oldukça kaçırmış, odanın altını üstüne getirmiştik. Kapı örtülü olduğu halde gürültü-patırtımız kapıyı, duvarı aşmaya başlamıştı. Annem dayanamayıp mutfaktan koşup gelmişti. Yorgunluğunun üstüne odamızı darmadağınık görünce yüzü birden değişti. Çok sinirlenmişti. Evin en büyük çocuğu olduğum için bütün azarları ben yemiştim. Hele üzüntü ve kızgınlık karışımı bakışları vardı ki bu, bütün azarlardan daha çok zoruma gitmişti.
Annem kızdığı ve çok üzüldüğü zamanlarda bile ölçüyü kaçırmazdı. Yine de çok kırılmış, odadan kaçıp salonun bir köşesine büzülmüştüm.
Üç kişilik yaramazlığın bütün faturası neden yalnızca bana çıkmıştı? Küstüm, öğlen sofraya da gitmek istemedim. Annem zorla aldı, sofraya oturttu; ama ben birkaç lokmadan sonra çekildim, “İştahım yok!” dedim. Annem de üzüntülüydü.
Gün boyunca bir köşede sessiz, üzgün kalakaldım. Babaannem sürekli benimle ilgilendi; ama bir türlü yüzüm gülmüyordu.
Babaannem, davranışımın yanlış olduğunu söylese de inadımdan vazgeçmiyordum.
Akşama doğru annem bahçeye çıktı. Biraz sonra dışarıdan “güm güm güm” sesleri yükselmeye başladı. Babaannem pencereye yaklaştı, önemli bir şey oluyormuş gibi dikkatle dışarıyı seyrediyordu. Beni de yanına çağırdı. Yanına sokuldum, usulca kolunu omzuma attı. Önemli bir şey söyleyeceği zamanlardaki gibi ses tonunu ayarladı:
— Bak güzel torunum, annen bahçede ne yapıyor, diye sordu.
— Sopayla halıyı dövüyor, dedim.
— Sence halıyı mı dövüyor, yoksa onun tozunu mu silkiyor, diye tekrar sordu.
— Aynı şey değil mi, dedim.
— Değil, dedi ve ekledi: Halıyı dövüyor gözükse de onu tozdan kurtarıyor. Şimdi halı kendisini tozdan kurtaran annene, ‘Beni neden dövüyorsun?’ deyip onu suçlayabilir mi?
Sustum. Söyleyecek sözüm yoktu. Beni dünyalar kadar seven annemin kızgınlığı bana değil, davranışımaydı.
Pencere önünde öylece dalıp gitmişim. Kapı zili çaldı. Kendime geldim, koşup kapıyı açtım, karşımda yorgun argın annem duruyordu. Bir saniye bile beklemeden fırlayıp boynuna sarıldım.
EKLENMEYE DEVAM EDECEKTİR.  

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol